diyarbakir güvercinlikleri,boranhaneler
iyarbakır denildiğinde, kendine özgü yapısı ve ilginç özellikleriyle bir çok şey aklımıza gelir. Bu yazımızda ilk bakışta birbiriyle ilgisiz gibi görünen, Dicle nehri, Diyarbakır karpuzu, Boranhaneler ve hatta biraz da Hasankeyf’den bahsedeceğiz. Aslında ilgisiz gibi görünen bütün bu konuları yakından ele aldığımızda birbirleriyle çok sıkı bir bağlantı içinde olduklarını kavramak zor değildir. Boran adlandırması yörede bir tür yabani güvercine verilen isim. Boranhane ise bu güvercinlerin gübrelerinden yararlanmak amacıyla kerpiçten inşa edilmiş yapılara deniliyor. Araştırmamızın asıl konusunu, günümüzde örneklerine çok az rastlanan Diyarbakır’a özgü kültürel bir değerimiz olan, Diyarbakır güvercinlikleri yani boranhaneler oluşturuyor. Diyarbakır’da boranhane geleneğini daha iyi anlayabilmek için bağlantılı diğer konular hakkında biraz bilgi vermenin yararlı olacağı düşünüyoruz. DİCLE NEHRİ
Kitab-ı Mukaddes’te de adı geçen 4 nehirden biri olan Dicle nehri, günümüz Diyarbakır kentinin hemen yanı başından akışını sürdürüyor. Dicle nehrinin kaynağı olarak eski kitaplarda Elazığ ilimizin 22 km kadar güneyinde bulunan Hazar gölü gösterilmektedir. Oysa bu bilgi, bölgede hızla yapılan barajlar, hidroelektrik santralleri ve regülatörler sayesinde artık değişmiştir. Hazar gölü çıkışına 1957 yılında inşa edilen bir tünel ve sonrasında kurulan regülatör ile eskiden Dicle nehrini besleyen bu kaynağın suları artık Keban Baraj Gölü’ne veriliyor. Böylece Dicle’nin kaynağı artık Fırat nehrini besler konuma getirilmiş durumda. Kuşkusuz Dicle’yi besleyen başka bir çok kaynak bulunuyor. Diyarbakır’a bağlı Dicle ilçesi yakınlarındaki bir mağaradan çıkan yüksek debili kaynak da bunlar arasında sayılabilir. Bir inanışa göre Dicle’nin bu mağaradan itibaren Basra körfezine kadar olan akış çizgisi, Danyal Peygamberin tanrıdan aldığı buyruklarla oluşturulmuş. Anlatılana göre tanrı, Danyal peygambere asası ile bir çizgi çizmesini ve suyun bu çizgiyi takip edeceğini söylemiş. Ancak çizgi öyle bir çizilmelidir ki, su kenarında bulunan yoksulların malları taşkın sırasında bir zarar gördüğünde nehir yolu yeniden düzenlenebilmelidir. Sonuçta nehrin akış hattı Danyal peygamberin çizdiği çizgi sonucu belirlenmiş. Bu anlatıdan akışında peygamber elinin olduğuna inanılan Dicle nehri belki de bu nedenle günümüzde yörede kutsal bir nehir olarak kabul edilmektedir. Aslında bölgenin hayat kaynağı olan bir nehrin kutsal kabul edilmesi farklı uluslarda da sık rastlanan bir olaydır. Bir bakıma Nil nehri Mısır için ne ise Dicle’de bölge için odur. Bu inanışlarla bağlantılı olarak, günümüzde nehir üzerindeki “Dicle köprüsü” adıyla da bilinen ve Mardin kapısının 3 km kadar dışında yer alan “On gözlü köprü” yöre halkının Dicle’ye içini döktüğü, yardım istediği kutsal bir mekan haline gelmiş. Hastalar, şifa arayanlar, çocuğu olmayan kadınlar, kavuşmayı dileyen sevgililer dileklerini bir kağıda yazıp kabul olması için Dicle’nin sularına atmaya başlamışlar. Özellikle Kurban Bayramı geceleri atılan dileklerin kabul olacağı düşüncesi yörede oldukça yaygın. Dicle kendisine atılan dilekleri ne oranda yerine getirir bilemeyiz ancak, tarihte Mezopotamya olarak bildiğimiz bölgenin sınırlarını çizen ırmaklardan biri olan Dicle, kaynağından denize döküldüğü yere kadar geçtiği tüm bölgeler için gerçekten bir hayat kaynağıdır. Dicle kıyısında eskiden kurulmuş olan Ninova, Nemrut ve Asur gibi döneminin en ünlü kentlerinin varlığı bile bize bu gerçeği anımsatmaya yetmektedir.
DİYARBAKIR ADI VE TARİHİ
Dicle kenarındaki büyük kentlerden biri de Diyarbakır’dır. Ninova ve Asur kadar eski olmasa da Diyarbakır, İpek Yolu üzerindeki önemli yerleşimlerden biridir. Diyarbakır geçmişte de günümüzde olduğu gibi önemli bir ticaret merkezi olarak varlığını sürdürmüştür. Günümüz Diyarbakır’ında ilk dikkati çeken kenti çevreleyen görkemli surlardır. Eski kent etrafına yapılmış olan bu surların toplam uzunluğu 5 km. kadardır. Bazı kaynaklarda Diyarbakır surlarının, Çin Seddi’nden sonra dünyanın en uzun surlarından biri olduğu belirtilmektedir. Üzerinde 78 burç bulunan bu surlardan dört ana kapı ile eski kente girilmektedir. Diyarbakır tarihi belki de Ergani ilçesi sınırları içinde bulunan ve Anadolu’nun en eski neolitik dönem yerleşimlerinden biri olan Çayönü höyüğü ile başlatılabilir. Çayönü kalıntıları günümüzden 9000 yıl öncesine aittir. Burada ortaya çıkartılan kalıntılar, taş temelli ve kerpiçten yapılma evleri ile bir köy yaşantısının çağındaki en gelişmiş örnekleridir. M.Ö 3000’li yıllarda Hurri-Mitanni uygarlıkları ile gelişen ve daha sonraları Asurlular ile devam eden Diyarbakır tarihinde, kentin adı, Asur döneminden kalma bir kılıç kabzasında “Amid” olarak geçmektedir. Eski bir çok kaynakta da şehir bu isimle anılmaktadır. Arapların 7. yüzyılda bölgeye gelmelerini takiben Bekir kabilesinin bu yöreye yerleştiği bilinmektedir. O dönemden sonra şehir, Diyar-ı bekir (Diyarbekir) adıyla tanınmıştır. Ancak Selçuklu ve Osmanlı döneminde bölge eski adıyla yani Amid olarak anılmaya devam etmiştir. Bu adlandırma kargaşası farklı bazı adların da araya girmesi ile 1937 yılına kadar devam etmiştir. 1937 yılında Atatürk’ün Diyarbakır Halkevi’nde yaptığı konuşma sonrası mecliste konu ile ilgili bir kanun çıkartılarak şehrin son adı koyulmuştur. Atatürk, Ergani bakır madenlerinin varlığı ve eski söyleniş biçimine yakın bir adlandırma ile şehrin adını “bakır memleketi” anlamında “Diyarbakır” olarak ilan etmiştir.
DİYARBAKIR KARPUZU
Diyarbakır surları üzerinde Dicle ovasına açılan “Yeni kapı” bir çok sebze ve meyve ile birlikte ünlü Diyarbakır karpuzunun kente sokulduğu ana kapıdır. Diyarbakır karpuzu iriliği ve lezzeti ile dünyaya ün salmıştır. Günümüzde Türkiye’de üretilen karpuzların %10’luk bölümü Diyarbakır’da yetiştirilmektedir. Diyarbakır’da yetiştirilen başlıca 7 çeşit karpuz bulunmaktadır. Bunlar, pembe, sürme, Ferik Paşa, yafa, kara, alaca ve Mehmet Emir adları ile bilinirler. Her çeşidin kendine göre özellikleri bulunur. Kimisi ince kabuklu, kimisi kalın kabukludur. Bazıları düz renkli bazılarının üzeri ise çizgilidir. Çekirdeklerinin renkleri de çeşidine göre farklı olur. Kimisi siyah, kimisi sarı ya da kahverengidir. Diyarbakır’da karpuz yetiştirilme yöntemleri de farklıdır. Kuru tarım adı verilen yöntemin yanı sıra dere ve pınar suları ile yetiştirilme yöntemleri yaygın olarak kullanılır. Eskiden kullanılan ve “çay karpuzculuğu” adı verilen yöntem ile üretilen karpuzlar, irilikleri ve lezzetleri ile meşhur olmuşlardır. Bu karpuzlar, içine küçük bir çocuğun sığabileceği boyuttadırlar. Ağırlıkları 50-60 kg kadar olabilir. Eski dönemlerde “Diyarbakır karpuzu” adı ile ünlenen bu karpuzlar, Dicle nehri kenarında açılan kuyularda güvercin gübresi kullanılarak yetiştiriliyorlardı. Karpuz üretiminde kullanılan güvercin gübreleri ise boranhane adı verilen özel güvercinliklerden elde ediliyordu. 1555 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden batılı gezginlerden M. D’Aramon, karpuzun en iyisinin burada yetiştiğini belirtiyor. Bu gezginin notlarından Diyarbakır karpuzunun ününün çok eskilere dayandığını anlıyoruz. Günümüzde bu gelenek yaşatılmaya çalışılmakta ve “Diyarbakır karpuzu yetiştiriciliğini geliştirme projesi” kapsamında Diyarbakır karpuzu yarışmaları düzenlenmektedir. Diyarbakır’da geleneksel karpuz yetiştiriciliğinde, Dicle nehri ekosistemi önemli bir yer tutmaktadır. Bu karpuzlar, Dicle nehrinin taşkın düzlüklerindeki kumluk alanlar içine açılan çukurlarda yetiştirilmektedirler. Dicle’nin çekilmesini takiben karpuz çukurları açılmaya başlanır. Bir çukur yaklaşık 100 x 40 cm ölçüsünde olup derinliği ise 40 cm kadardır. Bu çukurların dibine toprakla karıştırılan güvercin gübresi serilir ve çukurun tabanının bir tarafı set şeklinde yükseltilir. Karpuz fideleri buraya dikilir. Nehir yatağı içinde olduğu için kuyunun dibi devamlı nemlidir. Dicle doğal taşkınları ile bu nemi sürekli kılar. Fideler geliştikten sonra üzerine bir kat daha güvercin gübresi ve toprak karışımı ilave edilir. Daha sonra bu işlem bir kez daha tekrarlanır. Bu sistemde Dicle nehrinin yükselmeleri sonucu bütün karpuzlar doğal olarak sulanırlar. Bu yetiştirme yönteminde kuyu içindeki sürekli nemli ortam fidelerin çok çabuk gelişmesini sağlamaktadır. Karpuzların muazzam büyüklüklere ulaşması ise, bileşiminde güçlü besleyici unsurlar bulunduran güvercin gübreleri sayesinde olmaktadır. İşte ünlü Diyarbakır karpuzunun sırrı buradadır. Dicle taşkınlarına ve ekosistemine bağlı özel yetiştirilme yöntemi ve bol güvercin gübresi.
GÜVERCİN GÜBRESİ, KOĞA
Güvercin gübresi bölgede geleneksel karpuz yetiştiriciliğinin yanı sıra diğer tarımsal ürünlerin yetiştirilmesinde de kullanılmaktadır. Özellikle kavun ile meyve ve sebze yetiştiriciliğinde güvercin gübresi kullanımı yaygındır. 1781 yılında Diyarbakır’ı gezen batılı gezgin D. Sestini anılarında bu durumu şu şekilde anlatmaktadır. “Yanardağ lavları kalıntıları üzerine inşa edilmiş olan Yeni kapıyı geçtik. Uzun bir yokuşu takip ederek Dicle’ye ulaştık. Dicle nehrinin kıyıları kilden oluşmaktadır. Kıyının yakınlarında birkaç derin ve kare biçimli çukurlar gördük. Dip köşelerinde güvercin dışkısı ile gübrelenen küçük tarlalarda kavunlar ve salatalıklar gördük. Burada meyveler çok iri yetiştiriliyorlardı” Anadolu’nun çeşitli yerlerinde eski dönemlerde bağ ve bahçelerde kullanılmak üzere gübre gereksinimi için yabani güvercinlerin belli bir sisteme göre yetiştirildikleri bilinmektedir. Güvercin gübresi, bileşimde bulundurduğu maddeler açısından oldukça değerli bir gübre olarak kabul edilmektedir. Bileşiminde yaklaşık % 25 organik madde, % 2 azot, % 1 fosforik asit bulunmaktadır. Osmanlı devleti döneminde “koğa” adı verilen güvercin gübresinin önemli bir ihraç ürünü olduğu bilinmektedir. Osmanlı devlet arşivinde yurt dışından gelen gübre talepleri ve yurt dışına yapılan çeşitli satışlara ilişkin belgeler bulunmaktadır. Yabancı ülkelere koğa satışının Osmanlı devletinin önemli gelir kaynaklarından biri olduğu bu konudaki belgelerden anlaşılmaktadır. Gübre gereksinimi için yabani güvercin bakıcılığında, gübrenin düzenli toplanabilmesi ve birikmesini sağlayabilmek için bazı yapılara gereksinim duyulmuştur. Bu yapılar genel olarak güvercinlik olarak adlandırılırlar. Ancak yöresel olarak farklı özelliklere sahiptirler. Ülkemizde güvercinlikler, Kapadokya bölgesinde kayalara oyularak yapılmış “güvercinlik”, Kayseri Gesi’de “burç” adı verilen kule tipi yapılar ve Diyarbakır’da “boranhane” olarak adlandırılan kerpiçten yapılma binalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Boranhanelerde barındırılan yabani güvercinlere ise bölgede “boran” adı verilmektedir.
BORAN VE BORANHANELER
Boranhaneler güvercin gübresi elde edilmek üzere kerpiçten inşa edilmiş bir tür ticari işletmelerdir. Boran adı verilen yabani güvercinler, boranhaneye serbestçe girip çıkabilirler. Bu güvercinlere yem verilmez. Boranlar kendi yemlerini dışardan kendileri bulurlar. Ancak karlı havalarda ve kuşların yem bulmasının zorlaştığı koşullarda boranhane sahibi kuşlara yem verir, verilen yemler genellikle darı çeşitleridir. Bir boranhane genellikle üç bölümden oluşur. Her bölümün ufak ancak güvercinlerin rahatlıkla girip çıkabilecekleri büyüklükte sıra sıra küçük pencereleri vardır. İç bölümlere “lüle” adı verilir. Lüleler belli aralıklarla üst üste yapılır. Her lülenin içine güvercinlerin tünemesi için basamaklar yapılmıştır. Üç bölümlü bir boranhanede üç lüle ve üç basamak var demektir. Boranhanenin bütün iç duvarlarına kazıklar çakılır ve bunlara söğüt dalından özel olarak yapılmış kulplu sepetler asılır. Bu sepetler güvercinlere yuvalık görevi görürler. Üç bölümlü bir boranhanede yaklaşık 1500 sepet bulunur. Boranların gübresi yılda bir kez nisan ayında toplanır. Üç bölümlü bir boranhaneden yılda 8-10 ton kadar güvercin gübresi elde edilir. Eskiden Dicle nehri kenarında bulunan köylerin çoğunda ev sayısı kadar da boranhane bulunmaktaydı. Buralarda binlerce güvercin yaşardı. Boranhanelerden elde edilen koğalar bölge tarımının ve karpuz yetiştiriciliğinin temel girdisini oluşturmaktaydı. Günümüzde bölgede boranhane geleneği tamamen yok olmuş durumda. Bugün Dicle kenarındaki köylerde birkaç örnek görebilmek mümkün olmakla birlikte çoğu bakımsızlıktan yıkılıp gitmiş. Eski adı Ermeni’ce olup sumaktan gelen “smaki köyü” şimdilerde Erimli adıyla biliniyor. Erimli köyü eskiden karpuz yetiştiriciliği ve bağlantılı olarak da boranhaneleri ile ünlü bir köymüş. Erimli köyü muhtarı Osman Yıldız, köylerinde karpuz yetiştiriciliğinin her geçen yıl daha da gerilediğini belirtiyor ve bu karpuzların artık sadece festivaller için yetiştirilir hale geldiğini söylüyor. Aynı şekilde merkeze bağlı Karaçalı köyünde de bir zamanlar yüzlerce boranhane bulunuyormuş. Bugün sadece iki örnek görülebiliyor. Bunlardan birinin sahibi olan köyün yaşlılarından Yaşar İldeniz, çocukluğundan beri boranhane işlettiğini belirtiyor. Eskiden sadece Diyarbakır içine güvercin gübresi sattıklarını belirten Yaşar bey, son yıllarda Karadeniz’den gelip fındık üretiminde kullanmak üzere kamyonlarla götürenler olduğunu belirtiyor. Anlaşılan yaratıcılıkları ile ünlü Karadenizliler bir zamanlar fındıklıklarda gübre niyetine hamsi kullanmaktan vazgeçmiş gibi görünüyorlar !…
DİYARBAKIR’DA GÜVERCİN KEBABI !…
Boranhane geleneğinin en önemli nedeni gübre gereksinimi olmakla birlikte, Diyarbakır’da boranların etinin yendiğine ilişkin kayıtlar da bulunmaktadır. Bugün Dünyanın çeşitli ülkelerinde eti için güvercin yetiştirilmesi oldukça yaygın bir uygulamadır. Güvercin eti konusunda en eski kayıtlar MÖ.3000’li yıllarda Mısır’a aittir. Bu döneme ilişkin bazı Mısır yazıtlarında firavunlarının yemek listelerinde güvercin etinin de bulunduğu belirlenmiştir. Osmanlı döneminde ise daha çok 16 ve 17. yüzyıla ait kayıtlarda saray mutfağında güvercin eti tüketildiğine ilişkin bilgiler mevcuttur. Ancak bu çok yaygın bir alışkanlık olmadığı gibi halk içinde de uygulanan bir tarz değildir. Osmanlı toplumunda daha çok İslam inançları etkisi ile güvercinler, kutsal bir kuş olarak değerlendirilmekte ve etleri tüketilmemektedir. Diyarbakır’da boranların etinin yendiğine ilişkin bilgiler bölgeyi gezen batılı gezginlerin notlarında yer almaktadır. 1612 yılında bölgeyi gezen Polanyalı gezgin Simeon’un seyahatnamesinde şöyle diyor; “….yemek hususunda da cömert olan bu insanlar, Lehistan hariç İstanbul ve Halep’te dahi görmediğim bir surette mükellef sofralar kurarlar ve çok lezzetli yemekler ikram ederler. Çeşitli kebaplar, börekler ve diğer pahalı yemeklerle beraber ikram edilen koyu ve tatlı Ergani şarabından bir bardaktan fazla içemezsiniz. Tokat’ın paçası, Halep’in mıklası ve Harput’un çakıl ekmeği gibi Amid’in de (Diyarbakır) güvercin kebabı meşhurdur.” 1680 yılında Diyarbakır’a gelen Tavernier ise 1682 yılında yayınladığı kitabında “…burada yenilen et başka bir yerde bulunmaz. Bilhassa burada yenilen güvercin, büyüklük ve tat olarak Avrupa’dakileri çok geride bırakır” demektedir. Gezginlerin notlarından anladığımız kadarıyla Diyarbakır’da eski dönemlerde boranların etinin tüketimi yaygın bir tarz oluşturmaktadır. Bu tarzın yaygınlık kazanmasının bölgede bir süre yerleşen Arap kabilelerin etkisi ile gelişmiş olabileceği düşünüyorum çünkü sonraları bu adetin terk edildiği bilinmektedir. Günümüzde Diyarbakır’da yaygın olan güvercin kültüründe genel olarak güvercinin kutsallığı ve güvercinlerin korunması yaklaşımı ağır basmaktadır. Bölgede anlatılan “Kral kızı” efsanesi, ölen günahsız insanların ruhunun güvercin kılığında yeryüzünde dolaştığını anlatır. Gerek efsanenin etkisi gerekse başka etkiler sonucu bölge insanında günümüzde güvercinlere karşı derin bir sevgi ve koruma anlayışı hakimdir.
BORANHANELER NEDEN YOK OLDULAR ?
Ülkemizde 1950 ve 60’lı yıllar suni gübre kullanımının başladığı ve geliştiği yıllar olarak değerlendirilebilir. Suni gübre kullanımı pratik oluşu nedeni ile ülkemizde hızlı bir gelişim göstermiştir. Diyarbakır karpuzu üretiminde de güvercin gübresi yerine suni gübre kullanılmaya başlanması boranhanelere olan gereksinimi azaltmıştır. Zamanla suni gübrenin iyece yaygınlaşması sonucu güvercin gübresi gereksinimi son bulmuştur. Bu durum boranhanelerin de sonunu getirmiştir. Böylece boranhane işletmeciliği yavaş yavaş terk edilmiştir. Boranhane geleneğinin yok olmasının diğer önemli bir nedeni de geleneksel karpuz üretim tarzının son bulmasıyla bağlantılıdır. Dicle ekosistemine bağlı olarak yapılan geleneksel yetiştiricilik bu ekosistemin bozulması sonucu ciddi bir yara almıştır. Dicle ekosistemini bozan en önemli etkenler GAP projesi kapsamında bölgede yapılan barajlardır. GAP projesi kapsamında bölgede toplam 22 baraj ve 19 Hidroelektrik santrali yapılması planlanmaktadır. Bunlardan 8 baraj ve 8 hidroelektrik santrali Dicle nehri üzerinde yer almaktadır. Kralkızı, Dicle ve Devegeçidi barajları bitirildi. Ilısu ve Cizre barajları da tamamlandığında Dicle bir akarsu olmaktan çıkıp aynı Fırat gibi bir durgun sular ve küçük göller topluluğu haline gelecek. Bu durum kıyı ekosisteminin tamamen sonu olacak. Ülkemizin enerji gereksinimi tartışılamaz ama her şeyin bir bedeli olduğu da unutulmamalı. Barajlar bölgede sadece kıyı ekosistemimiz için değil, arkeolojik değerlerimiz için de önemli bir sorun oluşturuyor. Bilindiği gibi bugün Batman ili sınırları içinde bulunan tarihi kentimiz Hasankeyf’de Ilısı barajı sonrası sular altında kalacak. Hasankeyf’i kurtarabilmek için ciddi bir kamu oyu çalışması var. Nasıl sonuçlanır bilemiyoruz ama bölgede bir çok köy boşaltılmış ve çoktan sular altında kalmış durumda. Dicle üzerinde 1999 yılında yapımı bitirilen Dicle barajı sonrası nehrin doğal akış düzeni değişmiş. Dicle nehri artık Danyal peygamberin asasıyla çizdiği hat üzerinden akmıyor. Barajlar sonrası suyun düzensiz verilmesi, Dicle kenarındaki geleneksel karpuz yetiştiriciliğini tamamen yapılamaz hale getirmiş. Bunun yanı sıra suni gübre kullanımı, güvercin gübresinin yerine geçmiş ve sonuçta boranhaneler terk edilmiş. Kültürel zenginliğimizin bir mirası olarak varlığını sürdüren birkaç örneğin ise ne kadar daha varlığını koruyacağı belli değil.
Yavuz İşçen
boranhaneler ne işe yarar – boranhaneler-ne-ise-yarar